HeykelHeykeltraşKÜLTÜR SANAT MAGAZİNTarihYAZARLAR

WABİ SABİ’DEN, KİNTSUGİ’YE ANTİK JAPON ÖĞÜTLERİ (1):

KARANTİNADAN “BİR TATLI HUZUR” ALMAK İÇİN TAVSİYELER.

Obje Dergi ve başlangıca dair:

Vincent, henüz Van Gogh olarak anılıp, resimleri milyonlar etmeden ve ölmeden önce; “Sözcüklerin, hiçbir şey ifade etmediğini düşünen birçok kişi, özellikle birçok yoldaşımız var. Tam tersine bir şeyi söylemek, en az resmetmek kadar zor ve ilginç değil mi?” demişti…

Obje Dergi için yazmayı düşünen bir “heykeltraş” olarak, üstadın bu sözleri söylerken hissettiklerini, kendime referans aldım. Umarım, uzun soluklu bir birliktelikle, hep beraber; objenin, eserin, tasarımın, duygunun ve yaşamın farklı bakış açılarını, yazının kendisine has disiplini içerisinde sizlerle paylaşmayı başarabilirim. Umarım, üstadın “Sizi olgunlaştıran ve size daha derin bir anlam veren; nesnelere uzun süre bakmaktır” deyişine layık nesneler bulur ve fotoğraflarıyla da olsa, gözlerinize layık bir sunum yapabilirim. Endişemi, heyecanımı ve maksadımı ifadede yine üstadımızın sözlerine başvurayım:

“Başlangıç, muhtemelen her şeyden daha zordur. Ama dayanın, her şey sonunda daha iyi olacak”

WABİ SABİ

Münzevi, varlıklı görünme çabasından ari, doğanın zaman içinde, kendi bedenine ve beraber yaşadığı nesnelere “kattığı” yıpranmaları, solmaları, kusurları severek kabul eden insanlardır. Bu düşünüş ve hissedişle can bulan, keyifli bir estetik anlayıştır. Bilincimizin bu gününe şekil veren her türden deneyimi (ki bunların en yoğun etkili olanları acıya dair olanlardır), saygılı bir kabullenişle sevme erdemi… Bu sözler benim Wabi Sabi felsefesinden anladıklarımın özetidir.

Daha varlıklı, daha varaklı, daha zengin, daha çılgın, daha pahalı, daha cillop..! Daha, daha, daha… Postmodernizmin, beyazından mavisine, yakasını bir araya getirememekten muzdarip “kölelerinin”, prangaları, kelepçeleri, tasmaları olan bu dahaların dahası da var elbet: “daha ünlü”…! Bizleri özden, gözlerimizi detaydaki milyonlarca güzellikten alıkoyan, yaşamlarımızı kendi biricikliğine hapseden parlak noktalar, cilalı hayatlar, yıldızlar. Bu da yaşadığım zamanda “hissettiklerimin” kısa özetidir.

Şimdi evimde, eve kapanabilme fırsatına (!) sahip bir insan olarak, Corona günlerinde prangaları biraz gevşemiş bir kölenin konforuyla, uzak geçmişin uzak doğusundan, bir anlayış ve yaşayış tarzının öğütleri üzerine yazmak istiyorum. Hepimiz kendi payımıza; huzur, umut, sevgi ve erdeme dair bir şeyler buluruz umuduyla…

SADO

Her şey 1500’lü yılların Japonya’sında, iki “çekik” üstadın, çay seramonilerini daha anlamlı kılmak üzere giriştikleri, Zen Budizmi’ne dayanan düşünce pratikleri ile başlamış.

Anlamlandırabilmemiz için “Çay” burada anahtar kelime olabilir. Pek çoğumuz için, bunun nasıl keyifli bir seramoni olduğu aşikar. Basit bir çay içme, her gün yaptığımız, yaşamımızda binlerce defa tekrarladığımız… Basit zannedersek anlamsız ama hayatımızda kapladığı yere bakar ve önemsersek her defasında geliştirirsek; farklı tatları duyumsayıp, nüansları ile zenginleştirebileceğimiz bir eylem.

İşte bu iki üstat, Takeno Jöö ve Sen no Rikyū, zamanın Japonya’sında, sıradan rutin içerisinde, çay seramonilerini, ruhlarını arındıran ve erdeme giden yolda fırsata çevirmişler. Bu sayede Sado denilen ve çay seramonisinde kullanılan mekanlar, bahçeler ya da bu mekanları dekore eden nesneler şekillenmeye başlamış.

Haydi hep beraber yazının burasında kalkalım, ben yazmaya, siz okumaya ara verelim ve farklı bir çay demleyelim. Ben biraz kara biber ekleyeceğim (nasıl olacak hiç bir fikrim yok) ve siz hangi farklı çayları demlersiniz diye düşüneceğim.
*
*
*
Evet hepimiz farklı çaylarımızı içtiğimize göre, (Hey sen, hiçbir şey yapmayıp, okumaya devam eden seni görmedim sanma!) kaldığımız yerden devam edelim. Karabiberli çay hoşmuş bu arada.

Çayımı içerken çevreme bakındım, balkonumdaydım, güzel çiçekler kırmızı kırmızı gülümsüyordu. Benim “Sado” balkonum, köşede duran vileda sopası, beride çamaşır askısı vs. birçok gereksiz eşya ile işgal edilmişti. Sanırım Takeno Jöö ve Sen no Rikyū’ de bu gereksiz eşyaları sevmemiş olacaklar ki; Sadolarında sadelik esas olmuş. Gösterişsiz, zihni alı koymayan, gözü rahat bırakan bir stil; üstatlarımızın ve yüzyıllardır onları takip edegelenlerin temel felsefesi olmuş. Mekanda boşluk, en az mekan içerisindeki çiçek, ağaç, heykel, masa vb. objeler kadar önemlidir. Tıklım tıklım olmamalı, hem mekandan, hem zihnimizden fazlalıklar uzaklaştırılmalıdır.

PAS

Wabi Sabi’in beni en çok etkileyen tarafları:

-Nesnelerde ve insanlarda yaşanmışlığa verdiği değer,
-Eskimiş, yıpranmış, solmuş, kırışmış, çatlamış her nesnenin, acımış, kederlenmiş, eğlenmiş, öğrenmiş, pişmiş her ruhun, kendine has güzellikleri olan izler barındırması,
-Tazenin, yeninin, filizin çiğliğinden farklı bir güzellik, daha yoğun, daha çeşitli, sürprizlerle dolu olmasıdır.

Sanırım artık durmalı ve hayatınızda yazdıklarımın kapladığı süreye bir mola vermeliyim. Bir yazı dizisi olarak devam edeceğiz. Konu hakkında yüzlerce, belki binlerce sayfalık külliyat zaten mevcut. Maksadımız bütün bunları akademik bir kesinlikle ortaya sermek değil elbette. Belki kendimce, sizlere hayatınızda, farklı bir ilham vermek için ufak birkaç dokunuş. İlk dokunuşumuz buraya kadar. Sağlıkla kalın; bir sonraki dokunuşa kadar.

Göktürk Yılmaz
01.04.2020

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu