Hikayelerİlişkiler ÜzerineKÜLTÜR SANAT MAGAZİNTeoman ŞİRİNYAŞAMYAZARLAR

Bir Kadının İntikamı

Kırklı yaşların sonuna yaklaşıyordu Serkan. Her hafta sonu olduğu gibi bu hafta sonu da içkiyi fazla kaçırmış, sabah mahmurluğunu üzerinden atmak için kahvesini hazırlayacaktı. Onun için rutin bir olaydı artık. Ketıl’ın düğmesine basıp, mutfak dolabından en büyük kahve fincanını aldı. Alışkanlık olmuştu, az sütlü, şekersiz kahvesini hazırlayarak laptopunun başına geçti.

Yapacağı şeyler belliydi, önce haberlere göz atacak sonra şöyle bir sosyal medyayı turlayacak, gazetelerini okuduktan sonra hafif bir koşuya çıkıp, eve dönecek ve yazmakta olduğu romanına devam edecekti. Son ilişkisini de bitirmişti. Boşandıktan sonra, hep bir heyecanla başlayan ilişkilerinin sonu hüsran olmuştu. Kendine göre bir düzen ve yaşam tarzı kurmuştu, ama her hayatına giren kadın bunu değiştirmeye çalışıyor, bu da onu huzursuz ediyordu.

Ne kadar uyum sağlamaya, orta yeri bulmaya çalışsa da onun dokunulmazı olan yazma eylemine müdahale edildiğinde ilişki noktalanıyordu. Birliktelik yaşadığı kadınların genelde tepkisi hep aynıydı; “Yazıyorsun da kaç para kazandın?”. Bu da onu çileden çıkarmaya yetiyordu. Yazmak ve para ona göre, dünyanın bir ucuyla öbür ucu gibiydi. Yazmak, onun için hayallerini, yaşadıklarını eyleme geçirmek, düşüncenin kelimelerde vücut bulması, öldüğünde unutulmamaktı.

Sabah koşusundan geldiğinde, omuzundaki havluyla terini silerek direk duşa girdi. Yıkanmayı arınmak olarak görür, çok uzun soluklu yıkanır, adeta suyla bütünleşirdi. Oturduğu sitenin havuzu olduğu halde daha bir kez bile girmemişti. Yüzlerce insanın girip çıktığı su, ona ne kadar temizlense de temiz gelmiyordu. Her sabah deniz kenarına kadar koşup, denize girmeyi tercih ediyor, denizde kendini daha özgür ve daha temiz hissediyordu.

Duştan çıkıp, üstüne rahat bir şeyler giyerek, laptopun başına geçti. Bir ara bunalmış şehrin kalabalığından kaçarak, üç yıl dağın başında küçük bir çiftlikte yaşamıştı. Orada ki anılarını yazıyordu. Yazmaya başlayacağı anda bir mesaj gördü. Bu Facebook’tan gelen arkadaşlık isteğiydi. Mousa tıkladı, isteği gönderen Necla’ydı. Şaşırdı, birden anılarına dönüverdi.

Necla’yla çıktığında henüz bıyıkları terlememişti. Birkaç pastane buluşması, birkaç öpüşme, hepsi buydu. Sonra, o yaşadığı Almanya’ya dönmüş, Serkan hayatına devam etmişti. Aslında, ona söz vermişti sana yazacağım diye, ama o zamanlar yazmak bir yana, Serkan bir yanaydı. Yazdığı bir iki mektuba da cevap alamayınca, hayatına devam etmeyi tercih etti. Yakışıklıydı, hem de artistlere taş çıkaracak kadar, hal öyle olunca sevgili bulmakta zorlanmıyordu. Verdiği sözü çabuk unutmuştu.

Askerlik çağı geldiğinde, o da her vatandaş gibi askere gitti. Zor bir askerlik dönemi geçirdi. Komando olmuştu. Ailesi ile bile görüşmekte zorlanıyordu. O yıllarda ki iletişim, kışlada ki telefon kulübeleri ile sağlanabiliyordu. Bu da Serkan’ın işine gelmiyor, sıraya girip saatlerce beklemektense içine kapanıyor, çarşı iznine dahi çıkmıyordu. Zamanı gelip, ana baba evine izne geldiğinde annesinin anlattığı şey onu sadece güldürmüştü. Yıllık izne gelen Necla, onu görmek için annesinin evine gelmiş, ama burada başka bir sürprizle karşılaşmıştı. Serkan’ın yeni sevgilisi Maria da oradaydı. İkisi karşılaşmış, Necla evi ağlayarak terk etmişti. Hiç beklemiyordu böyle bir şeyi.

Annesine;

“Ben onunla fazla bir şey yaşamadım, izne ne zaman gelir, geldiğin de beni arar mı? Onu bile bilmiyordum.” dedi.

Anne; “Bir kadının kalbini kırdın, bence ona durumunu izah edip özür dilemelisin” dedi.

Umursamamıştı. Serkan annesine cevap bile vermedi. İzinde olduğu on gün boyunca günlerini Maria ile geçirdi. Necla, annesiyle konuştuğu iki çift laf olarak anılarında kalmıştı. Maria ile tutkulu bir aşk yaşamıştı. Öyle ki; Serkan’ın uzun bir ilişkisi bile olmamışken, yıllarca ondan kopamamıştı. Ta ki; Maria mektuplarını ve resimlerini ona getirip, ayrılmak istediğini söyleyene kadar. İlk defa bir kadın onu terk ediyordu, ama o Maria’nın peşinden koşmak yerine, aldığı mektup ve resimleri hemen sobaya atarak yakmayı tercih etmişti. Arkasında hiçbir anı bırakmayarak hayatına devam etti.

Bu ayrılığın ardından hiç olmayacak bir şey gerçekleşti. Sibel ile tanıştı. Henüz, onu doğru düzgün tanımamasına rağmen, evlilik teklif etti. Bu Sibel’i şaşırttığı kadar, kendi arkadaş çevresinde de şaşkınlıkla karşılandı. Hiç kimse onun böyle bir karar alıp, evlenebileceğine ihtimal vermiyordu, ama o evlendi. Bu evlilikten bir yıl sonra bir oğlu oldu, ama evliliği yürümüyordu. Kısa ayrılıklar, aile zoruyla barışmalarla ite kaka yürütmeye çalışsa da bir türlü istediği huzur ve mutluluğu yakalayamıyordu.

Ayrılıklar, barışmalar sürüp gitti. Bu arada bir de kızı olmuştu. Yeni doğan kızının hatırına, bir müddet daha bu evliliği yürüttü, ama sonuç belliydi. Ayrıldı. Kendine yeni bir hayat kurdu. İnişli çıkışlı bu hayatında ilişkileri de oldu, ama onlar da yürümedi. Nedense ayrılıklar artık onu hiç yaralamıyordu. Her ayrılığı sanki çok normalmiş gibi karşılayıp, hayatına devam ediyordu.

Doğup büyüdüğü İstanbul’dan ayrılıp, Bodrum’a yerleşmişti. İşte, burada kendi başına yaşarken, yıllar sonra Necla ona arkadaşlık isteği yollamıştı. Eli klavyeye gitti, bir şeyler yazmak istedi, ama ne yazacaktı ki! Ona karşı mahcuptu, zaten bir şey yazsa nasıl bir cevap alacağını bilemiyordu. Belki de yıllar önce yaptığı o pervasızlığın hesabını soracaktı. Biraz düşündü ve vaz geçti yazmaktan. Arkadaş olarak eklemişti nasıl olsa, diyeceği bir şey varsa o yazsın diye düşündü.

Yazmakta olduğu dosyayı açarak, romanına devam etti. Bir türlü odaklanamıyordu. Yazmayı bırakıp, laptopu kapattı. Hiç bu saatte içmezdi, ama dolabı açıp, kendi yaptığı viskiden bir bardak doldurdu. İlk yudumu aldıktan sonra, “otuz yıl, otuz yıldır beni unutmamış” diye mırıldandı. Bunca yıl sonra, doğru dürüst bir ilişki bile yaşamadığı bir kadın ne isteyebilirdi? Kafası karışmıştı, viskiden bir yudum daha çekerek tekrar laptopu açıp, mesajlar bölümüne tıkladı. Neden bunca yıl sonra onu aradığını soracaktı, ama o daha sormadan gelen mesaj iyice şaşırmasına yetmişti. Necla’dan geliyordu.

“Merhaba nasılsın? Hatırladın mı beni?”

“Hatırladım tabi ama bunca yıl sonra çok şaşırdım.”

“Ben seni hiç unutmadım. Evlendin mi?”

“Evlendim ama yıllar önce boşandım.”

“Aaa ciddi misin? Ben de evlendim ve boşanalı yıllar oluyor.”

“Almanya’da mısın hala?”

“Evet Ştudgart ta yaşıyorum.”

“Yine çok uzaktasın.”

“Gönüller bir olunca mesafeler hiç olur. Ne olacak, bindin mi uçağa saatler sonra oradasın.”

“Haklısın artık teknoloji gelişti, eskisi gibi değil. Mektup yaz, günlerce cevap bekle olayı yok artık.”

“O mektup bana hiç gelmedi biliyorsun değil mi?”

“Ya o ara askere gittim. Oradan yazmak çok zor, yazamadım kusura bakma.”

“Çok zor doğru, mektup yazamayan adamın roman yazması beni şaşırttı doğrusu. Son romanını okudum, tebrik ederim.”

“Teşekkür ederim yıllar insanı değiştiriyor.”

“Yalnız romanında bir eksik var.”

“Eksik mi, ne eksiği?”

“Gençken kaç kızın hayallerini yıktığını yazmamışsın.”

“Bak gerçekten özür dilerim. Seninle fazla bir şey yaşamamıştık ve sen Almanya’daydın.”

“Birlikte hayal kurmuştuk ama geleceğimize dair, öyle değil mi?”

Serkan bir an durdu, cevap yazmak istemedi. Belli ki üstüne basa basa onu ezmeye çalışıyor, yaptığı hatayı yüzüne vurarak, onu küçük düşürmeye çalışıyordu. Bilgisayarı kapatıp, tekrar açtığında bir daha ona cevap yazmamayı düşündü, ama içindeki suçluluk duygusunu da bastıramıyordu. Kafasını ellerinin arasına alıp düşündü, sonra ona mektup yazar gibi bir cevap yazmaya karar verdi.

“Yıllar önce toy genç bir delikanlıyken hata yaptım, belki etrafımda ki kızların bana olan ilgisi başımı döndürdü, belki de bu benim zayıflığımdandı. Seni kırdım ve üzdüm, bunca yıl geçmesine rağmen aklıma geldiğinde hala üzülürüm. Defalarca özür dilemek istedim, ama ayrı düşmüştük ve seni bulmam mümkün değildi. Sonrasında internet ve sosyal medya çıktı, ama üzerinden o kadar zaman geçen bir mevzuyu açmak istemedim, seni arayıp bulsam evli olabilirdin, seni rahatsız edebilirdim. Buna cesaret edemedim, ancak yıllar sonra sen bu cesareti gösterdin ve bana özür dileme imkanı sağladın. Özür dilerim.”

“Özrün kabul edildi. Hala İstanbul’da mı yaşıyorsun? Gerçi profilinde Bodrum yazıyor.”

“Evet Bodrum’a yerleştim burada yaşıyorum.”

“Peki hayatında biri yok mu?”

“Şu an yok.”

“Ne tesadüf benim de yok. Ne dersin bıraktığımız yerden devam edelim mi?”

“Bıraktığımız yerden mi? Nasıl olacak? Sen Almanya’dasın, ben Bodrum’da!”

“Ben İzmir’e yerleşmeyi düşünüyorum. Bu yaz geldiğim de buluşuruz, oturur konuşuruz.”

“Bak yıllar geçti, bunca yıl sonra birbirimize aynı duyguları besleyeceğimizi bile bilemeyiz. Sence bu doğru olur mu?”

“Niye olmasın? Sen de ben de şu an bekarız. Buluşuruz, olursa olur olmazsa olmaz. En azından deneriz, ancak bu kez bahane yok. İnternet elinin altında, ben gelene kadar mesaj atacaksın ve görüşeceğiz anlaştık mı?”

“Anlaştık.”

Bu görüşmenin ardından Serkan rahatlamış, hayatına devam etmeye başlamıştı. Necla’ya vakit ayırıyor sık sık mesaj atıyor telefonla görüşüyordu. Anlaştıkları gibi, onu ihmal etmiyordu. Bu arada Almanya’da Necla’nın annesi vefat etmiş, cenaze İstanbul’a getirilip, defnedilmişti. Serkan onu arayıp, başsağlığı dilediğinde, yanına gelip, gelmeyeceğini sordu. O, üzgün olduğunu, bu moralle onun yanına gelmek istemediğini söyledi. Serkan gitmeyi teklif etse de onu da reddetti. “Ben özel olarak kendimi toparladığımda sana geleceğim” dedi. Sonra, Almanya’da işleri olduğunu söyleyerek oraya döndü.

Serkan bu üzüntülü zamanında yanında olup ona destek vermek istemiş fakat o bunu istememişti. Bu kadar kendisiyle görüşmek isteyen kadın, neden onu zor zamanında yanında istememişti, anlam veremiyordu. Düşünmeyi bırakıp, sonuna geldiği romanını bir daha gözden geçirmeye başladı. Sonra Necla’nın söylediği bir şey aklına geldi. ”Hayallerini yıktığın kızlar” demişti. Gerçekten, kaç kızın hayalini yıktım, diye düşündü. Ne kadar da çoktu.

Gençken kendisine kapılan kızlarla çıkıyor eğleniyor, düşüp kalkıyor, ama iş ciddiye geldiğinde terk ediyordu. Kaç kıza yapmıştı bunu, sayısını bile bilmiyordu. “Günahkarsın Serkan” diye mırıldandı. Her ne kadar, yaşı ilerlemiş olsa da aslında bu huyunu bırakmamıştı. Düzenli bir ilişki ona göre değildi. Bir müddet sonra sıkılıyor ve geleceğe dair yapılan bütün planları çöpe atarak ilişkisini bitiriyordu. Ne kadınlarla ne de kadınsız yapamıyordu. Necla gelse ne değişecekti? Belki bir ilişki yaşayacaktı ama onun da sürmeyeceğini adı gibi biliyordu aslında. Kavgasız ayrılığım oldu mu? diye düşündü, olmamıştı hiç. Ayrıldığı bütün kadınlar kalbi kırık gitmişti. “Günahkarsın Serkan” diye söylendi tekrar. En son Selcan’dan ayrılmıştı. Onu yollarken “görüşürüz” dediğinde, Selcan’ın cevap vermeden bakışı hala gözünün önündeydi.

Bunları düşünürken telefon sesiyle irkildi, arayan Necla’ydı. “Salı, dört kırk uçağıyla Bodrum’a geliyorum. Beni hava alanından alır mısın?” dedi.

“Tabi alırım kaçta hava alanında olacaksın?”

“Akşam üstü saat yedi gibi.”

“Tamam orada olacağım.”

Salı gününe daha üç gün vardı. Bu üç gün zarfında her gün yaptığı şeyleri yaptı. Koştu, duş aldı, roman yazdı. Nihayet o gün gelip çattı, hava alanına gidip, Necla’yı alacaktı. Üstünü giyinirken birkaç defa kıyafet değiştirdi, sonunda beyaz gömlek ve kot pantolonda karar kıldı. Beyazın kendisine çok yakıştığını düşünüyordu. Hava alanına vardığında uçak henüz inmemişti. Büfenin birine giderek kağıt bardakta bir kahve aldı. Binanın dışında beklerken onunla karşılaştığında ne söyleyeceğini düşünüyordu.

Çok geçmeden uçak inmiş, Serkan da onu karşılamak için gelen yolcu salonuna girmişti ve o, zarif, güler yüzlü kadın çiçek desenli elbisesiyle ona doğru geliyordu. Onu yanaklarından öpüp “Hoş geldin” dedi.

“Hoş bulduk. Hiç değişmemişsin demeyeceğim yaşını almışsın, ama bu sana ayrı bir karizma katmış. Saçların da beyazlamış, ama sana yakışmış.”

“Teşekkür ederim. Sen de hala çok güzelsin. Valizin nerede?”

“Valiz getirmedim, dönüş uçağım bu gece.”

“Yani kalmayacak mısın? Onca yolu sadece beni görmek için mi geldin?”

“Evet, hem görürüm hem konuşurum diye düşündüm. Hadi gidelim bir yerde oturalım, benim karnım aç.”

“Peki ne yemek istersin?”

“Buraya kadar gelmişken, tabi ki balık.”

“Tamam. Gümüşlük’te iyi bir balıkçı var, oraya gidelim o zaman.”

“Olur. Araban var mı?”

“Yok ama sen geleceksin diye kiraladım iki günlüğüne.”

“İyi o zaman hadi gidelim.”

Araba Gümüşlük’e doğru yol alırken, Serkan’ın kafasında ki soru işaretleri daha da çoğalmıştı. Almanya’dan buraya, sadece birkaç saatliğine, sırf onu görmek için niye bu zahmete katlanmıştı? Kafasını çevirdiğinde Necla’nın yüzünde hınzır bir gülümseme olduğunu görebiliyordu. Ne yapmaya çalışıyor acaba diye düşündü.

“Eskiden bu kadar güleç değildin. Şimdi yüzünde güller açıyor. Bu beni görmenin mutluluğumu? Yoksa hep böyle misin?” dedi.

“Kesinlikle seni görmenin mutluluğu” dedi, aynı hınzır gülüşle Necla. Bu Serkan’ı daha da tedirgin etmişti. Fakat, artık balıkçının önüne gelmişlerdi. Arabadan inip cam kenarında deniz gören bir masaya oturdular. Bıyıkları henüz terlemiş genç garson yanlarına gelerek,

“Ne istersiniz efendim öncelikle bir şey içmek ister misiniz?” Dedi. Necla,

“Tabi ki barbun, barbunu çok özledim, ama önce bir duble rakı isterim” dedi. Serkan kendisine dönen garsona “Bana da aynısından getir”dedi.

Rakılar geldi. Kadehler tokuşturuldu, balıklar yendi ama Necla hala bir şey konuşmuyordu.

“Konuşmayacak mısın?” dedi Serkan.

“Konşacağım elbette, bunca yıl sonra seni niye arayıp, bulduğumu merak ediyorsun, öyle değil mi?”

“Etmiyorum desem yalan olur.”

“Ben sana aşık olmuştum. Almanya’ya döndüğümde, bir sonra ki yıllık iznin gelmesini iple çektim. Senden hiç haber alamamıştım, ama dedemlere gittiğimde senin askere gittiğini öğrendim. Bir buket çiçek yaptırdım ve anneni ziyarete gittim. Orada neyle karşılaştığımı biliyorsun. Sizin evden çıkarken bütün hayallerim yıkılmış, kalbim kırık, gururum incinmişti. Sadece ağlıyordum. Dönmedim Almanya’ya, kalıp, senin askerden gelmeni bekledim. Daha doğrusu, dönüp beni aramanı bekledim. Sen döndün, ama beni asla aramadın. Halbuki ben çok yakınında, dedemdeydim. Gelip sormadın bile, birkaç kez karşına çıkmak istedim, ama bana değer versen, zaten gelip bulurdun. Bu yüzden vaz geçtim ve önüme ilk çıkan insanla evlendim. Tabi bu mutsuz bir evlilik oldu ve uzun sürmedi. Bu arada, senin de haberlerini alıyordum. Sen de evlenmiştin. Almanya’ya döndüm, boşandıktan sonra çocuğumu büyüttüm ve bir daha evlenmedim. Sonra, sosyal medyadan seni takip etmeye başladım. Fırtınalı hayatın devam ediyordu. Profilinde ilişkisi var, ilişkisi yok yazısı sık sık değişiyordu. Bununla beraber, sevgililerinin resimleri de değişiyordu. Sonra, tekrar ilişkisi yok yazısı kondu profiline ve bu aylarca öyle kalınca şaşırdım. İlk defa uzun zaman hayatında biri yoktu. Sonra seni aramaya karar verdim ve arkadaşlık isteği yolladım. Şimdi de karşındayım.”

“Beni niye bu kadar takıntı yaptığını anlayamadım!”

“İşte şimdi bunu anlayacaksın.”

Serkan, suratına yediği iki tane sert tokatla sarsıldı.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen” dedi.

Necla ayağa kalktı ve “hayatım boyunca bu anı bekledim. Bir kadının kırılan kalbini, örselenen gururunu özür dileyerek veya iki tatlı kelime söyleyerek tamir edeceğini sanıyorsan, sen aptalsın. Bu dünyada tamir edemeyeceğin tek şey bir kadının kalbidir. Bu tokat, benim tokadım değil, kalbini kırdığın, hayallerini yıktığın tüm kadınların tokadı.”

Serkan afallamış, masa da kıpırdamadan otururken, Necla çantasını alıp yola koyulmuştu bile. Bir ömür boyu bekleyen intikam alınmış, kapıya doğru yürüyen Necla’nın yüzünde ki hınzır gülümseme yerini huzurlu bir gülüşe bırakmıştı.

Teoman Şirin

İletişim için:

Yazar: teoman_sirin@hotmail.com

Editör: editor@objedergi.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu