Fasulye DoktoruHikayelerKÜLTÜR SANAT MAGAZİNYAZARLAR

BEKLENTİ – Sürekli Hikaye Bölüm 2.

Geçen bölümün son cümlesi: Tüm bu yaşadığı acının sebebi neydi…?

Sürekli Hikaye Bölüm 2.

Beklenti

Gözündeki yaşlarla banyoya gidip, aynaya baktı. Üzerindekileri çabucak çıkarıp, kendini duşa attı. Suyun altında daha temiz düşünebiliyordu. Kafasında oynaşan eskiye dair mevzulardan bir süre uzaklaşması gerekiyordu. Sıcak suyun başından aşağı akmasıyla birlikte gevşeme başladı. Kendini ne çok sıktıysa, boynu ve omuzları ağrımıştı. Şampuanladığı saçlarıyla bir süre oynadı. Bir türlü istediği hızda uzamıyordu. Yaşım yüzündendir, diye düşündü.

İnsan vücudunun büyük bir kısmının sudan oluştuğundan olsa gerek, suyla buluşunca yeniden doğmuş gibi hafifliyordu. Denize, göle, havuza ya da duşa girmek arasında elbette farklar vardı, ama her seferinde insanın içinde negatif ne varsa silip süpürdüğü bir gerçekti.

Çenesinden aşağı göğsüne düşerek, oradan da tazyikli sudan sağa sola kıvranan bahçe hortumu gibi yollar çizerek ayaklarıyla buluşuyordu. Kulaklarına gelsin diye başını ayarladı. Şimdi kulakları dışarıya kapanmış, kafasının içinde sadece kendi sesiyle baş başa kalmıştı. İşte böyle, dedi. Duyularımızı kapatmayı, uyku dışında kontrol edemeyiz, ama su her yerini kapladığında yaşadığın bir başınalık, hem de bilincin açıkken, tarifsiz bir yolculuğun başlangıcı oluyor, diye düşündü.

Havlusunu sudan ısınmış bedenine sararken, az önceki karamsarlığından eser kalmamıştı. Dışarı çıkmak üzere özenle giyindi. Kendine saygısını göstermesi için, içinde yaşadığı duygusal gel-gitlere inat, temiz ve bakımlı olmalıydı. Bahar mevsiminin değişken havasını düşünerek, kat kat giyinmeyi tercih etti. Boynuna simli toz pembe şalını sardı.

Evinin sokağından çarşının meydanına doğru ilerledikçe kalabalık artmıştı. Hiç kimseyi görmeyen boş gözlerle amaçsız dolaştıktan sonra, bir kafeye oturup, çay söyledi. Çay gelene kadar, etrafında ne var ne yok göz gezdirdi. Köşedeki masada bir çift cilveleşiyordu. Duvarın dibindeki masada dört erkek sohbet ediyordu. İç tarafta nargile içen gruplar halinde müşteriler vardı. Ön bölümde kurulan tezgahtan gelen gözlemenin kokusu içini sarınca, iştahı kabardı.

Uzun zamandır yediği yemeklerden tat almıyordu. Birisine özenerek yemek yapmayı özlemişti. Bu düşünceyle içi burkuldu. Alt dudağını sallandırıp, gözünü bir noktaya dikmiş halde, bir süre bu hisle mücadele etti. Nedir herkesin bu yalnızlıktan çektiği, dedi.

-“Merhaba Petek.”

İçine daldığı yemekli düşlerden sıyrılıp başını kaldırdığında, sesin sahibiyle göz göze geldiği an, ışık hızında geçen yaza gitti. Sadece iki gün, kısacık iki gün içinde, alfabedeki tüm harfler birleşip kombinasyon yapsa, bunca duyguyu o iki güne sığdıramazdı. Bu selama karşılık vermeden önce, saniyeler içinde zamanda yolculuk yapmış, özlem, hayal kırıklığı ve içine dolan umutlu düşüncelerin verdiği telaşla donup kalmıştı.

Filmi geri sardı. Geçen yaz bu adam için deli oluyordu. Birine deli olduğunda yaptığı gibi, hem sevinçten güler hem de sürekli alınganlık yapıp, olay çıkarırdı.

-“Merhaba Bahadır.”

-“Sana Katılabilir miyim?” dedi sandalyeyi kendine çekerken.

-“Katıl tabii, sen seversin ayaküstü katılmaları.” Gülüşmeler…

Laf sokmayacaksa, hoşlaşmanın ne anlamı vardı ki. İçinde çalan acıklı şarkıların yerini, Tarkan’ın “Ölürüm sana” şarkısı alıverdi. Sandalyeye otururken, aynı zamanda aşk adayı mevkisine de oturan bu romantik adamın hakkında çok şey bilmiyordu. Bilmek de istemiyordu. Sadece yaşarken öğrenmeyi istiyordu, ama bir türlü bir araya gelmeyi başaramamışlardı. Ne güzel vaatleri vardı. Yine bana yalan vaatte bulunsa, diye geçirdi gözlerini ona dikerek. İri gözlerini çevreleyen uzun siyah kirpikleri heyecandan ıslanmıştı.

Garsonun “Buyurun efendim, ne alırdınız?” sözüyle, şimdiki zamana geri döndü. Hayat akıyordu, etrafı saran insan yumakları gürültülü bir uğultuyla, kafenin ses sisteminden gelen şarkılara karışıyordu.

-“Hanımefendi ne istediyse, aynısından” dedi.

Sesinin tınısı ne tatlıydı, bayılıyordu kendinden emin ses tonuna. Garson uzaklaşırken, Petek iç sesi dışarı yansıyacak diye endişe etti.

-“Çok iyi gördüm seni, bensizlik yaramış.” diye devam etti Bahadır.

-“Sensizlik? Ne zaman senli benli olduk, pardon?”

İşte yine başlıyordu. Olay çıkarmasa duramayacaktı. Laf sokarak cilveleşmekle, gerginlik yaratarak kavga çıkarmak arasındaki çizgiyi bir türlü tutturamıyordu. Sağı solu belli olmaz yapısından mıdır nedir, erkeklerin kafasını karıştırıp, kendine çekmekte oldukça başarılıydı. Sorun, devam ettiremediği, kaçırttığı müstakbel aşklarının koca bir liste halinde uzuyor olmasıydı.

Akşam yemeğinde buluşmak için diller döken Bahadır’ın ısrarını kabul ederek, ona tekrar bir şans tanımaya karar verdi. Vedalaşmak için ayağa kalktıklarında, Bahadır onu yanağından öperken, ikna olduğundan emin olmak istercesine, dudağını yanağında olması gerekenden biraz daha uzun tuttu. Peteğin boynundaki incecik tüyleri, baharda yeşeren otlar gibi dikildi. Kızaran yanaklarını saklamak için aceleyle arkasını dönerek kafeden çıktı.

Yolda yürürken, adımları neşeyle acele ediyor, sokakta gördüğü yaşlı-genç herkese selam veresi geliyor, çocukları kucaklayıp, öpme isteğini zor bastırıyordu. Bu anın tadını çıkarmak için, eve dönüş yolunu uzattı. Birkaç saat önce, bardaktan boşanırcasına ağlayan kendisi değildi sanki. İnsanoğlu yeminler eder, tükürür, sonra o tükürdüğünü yalar, tekrar yeminler eder, tekrar tükürdüğünü yalar. Hayat, tükürdüklerini yalatan, acayip ironik bir şeydi. Asla aldatmam diyenler aldatır, aldatılırsam affetmem diyenler affeder, beni arama diyenler, mesaj gelsin diye telefon elinde uyurdu. Her şeye bir kılıf bulunurdu.

Eve vardığında, odasına koşup, üzerindekileri çıkarıp attı. Elbise dolabıyla sürecek olan dans için müzik sistemine gidip, duruma en uygun şarkının tuşuna bastı.

 

Elbiselerin birini giyiyor, öbürünü çıkarıyor, kombinler yatağın üstünde, kazıdan yeni çıkmış bir höyük gibi büyüyordu. Aynayla dolap arasında mekik dokurken, bir yandan da geçen yıla geri dönüyor, el ele gezip dolaştıklarında yaşadığı mutlulukla gülümsüyordu. Bu, yeni bir ilişkiye duyulan özlem değildi, bu başka bir şeydi. Bahadır’ın harika gülüşünü, dünyaya gelmiş eşsiz bir şeye bakar gibi gözlerini ayırmadan ona bakışını, iflah olmaz romantizmine kattığı koruyuculuğunu, hizmet etmek için yanıp tutuşan gönüllü bir köle oluşunu düşündükçe sarhoş oluyordu. Zihninde yepyeni kapılar açtıran sohbeti de cabasıydı. Bu adam, her deneyimle detayları biriktirerek, içinde yaşattığı erkek hayaliyle birebir örtüşüyordu. Onu dayanılmaz çekici kılan sadece 5 duyusuna hitap etmesi değildi.

-“Dünyada nereyi görmek istersin?”

-“Japonya.”

-“Neden Japonya peki?”

-“Çok eski ve köklü medeniyetleri ve inanılmaz saygılı yaşamları ilgimi çekiyor.”

-“Seni oraya ben götürmek istiyorum Petek. Seninle dünyanın her yerini görmek istiyorum. Bunu seninle yaşamayı istiyorum. Seni Amsterdam’a götüreceğim, sonra Tayland’da olur, sonra…” diye süren bu sohbeti anımsadı.

-“Yol paramı ben öderim, sana yük olmak istemem.”

-“Olur mu öyle şey.!”

-“Olur tabi, başka türlü teklifini kabul edemem.”

-“Peki, o zaman sadece yol parası, geri kalan masraflara karışamazsın, kızıyorum bak.!” Bahadır, bir yandan önceki yurt dışı seyahatlerinde yaşadığı komik hikayeleri anlatıyor, bir yandan hiç bırakmadığı elini arada bir dudağına götürüp öpüyor, gözleri mutlulukla parlıyordu.

Bu anılarla neşelenen kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Saatler süren, aynaya özel defilesi nihayet sona erdi. Buğday sarısı saçları ve ela gözlerini ortaya çıkarması için siyah, askılı, vücuduna oturarak kadınsı kıvrımlarını ortaya çıkaran, kalçasından aşağıya doğru genişleyen, beli dantel işlemeli, uzun elbisesini giydi. Bu elbise, ona egzotik bir hava vermesinin yanı sıra, seksiliği arka plana atıp, daha geleneksel ve masum bir imaj yaratıyordu. Saçlarını, omuzlarından aşağı, dalgalar halinde yayılan bir buğday tarlası halinde serbest bıraktı. Makyajı için hazırlıklarını bitirirken, daha iddialı olan kırmızı rujunu sürdü. Kelebek şeklindeki etli dudaklarının gösterişli olmasından mutluydu.

Saate göz attığında bir telaş sardı. Ne çabuk yedi olmuştu. Bahadır birazdan onu almaya gelecekti. Dağıttığı odasının kapısını kapatmakla yetindi. Son dokunuş, parfümünü boynuna, bileklerine, dirsek içlerine ve ensesine sıktı. Ayakkabı ve çantasını da hazırlayıp beklemeye başladı. Onunla baş başa bir akşam geçireceği için heyecanlanıp, hayallere dalıyordu. Heyecanını yenmek için kalkıp evde dolanmaya başladı. Kız çocuğu gibi heyecanlanması sinirini bozuyordu. Heyecanlı görünmek büyük hata olurdu. Üstüne atlayan kızlardan bıkmış biri için, çok istekli görünmek hiç iyi olmazdı. Nasıl bir moda girmesi gerektiğini düşünüp, bir türlü sonuca varamıyordu.

Daha zaman var, diye düşünüp, gevşemek için yarım kadeh beyaz şarap koydu. Oyalanmak için telefonu eline alıp, sosyal medyaya göz atarım, diye düşündü. Baktığı yazılar, resimlere karışıyor, okuduğu kelimenin başıyla, sonu birbirinden kaçıyor, bir türlü yakalayamıyordu. Parmağıyla aşağıya doğru sayfalarca kaydırdı, yok. Aklını, birazdan gelecek olan Bahadırdan alamıyordu.

İki de bir saate bakıyordu. Saat sekiz olmuştu, nerede kaldı bu adam? Bir süre bekledikten sonra, neşeli hali, yerini endişeye bıraktı. “Yok canım, kesin trafikte sıkışmıştır. Nerede bu, haber de vermiyor? Belki beni telaşlandırmak istemiyordur. Bekleyeyim biraz daha.” Zaman ilerliyordu, Bahadırdan ses çıkmıyor, ne kapı zili, ne telefon çalıyordu. Belki 28 kere kontrol etti, hala mesaj yoktu. Telefonu sessizde bırakıp bırakmadığını kontrol etti.

Akşam yemeği için bu saate kalınmazdı. Stresten terlemeye başladığından, saçları da sönmüştü. Dayanamayıp, onu aramaya karar verdi. Telefonu rehberden titreyen ellerle buldu ve arama tuşuna bastı. Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Açan olmadı. Ne olmuştu, neden açmıyordu? Onu trafikte hayal etti, bir türlü ilerlemeyen araçlar arasında sıkışmış, bir an önce gelebilmek için, o şeritten, bu şeride zikzaklar halinde ilerlemeye çalışıyordu kesin. O sebeple telefonu açmamıştı, belki sessizde unuttu, diye geçirdi içinden. Mesaj atmaya karar verdi.

-“Neredesin, seni merak ettim?”

-…..

On beş dakika arayla telefonu çaldırdı. Bir mesaj daha yazdı, göndermekten vazgeçti. Sağlam bir bahanesi olsa, iyi olurdu. Bütün gece somurtan biri olmak istemiyordu, ama morali de epey bozulmuştu. O kadar ısrar edip, illa yemeğe çıkmak isteyen Bahadır, neden böyle davranıp, onu merakta bırakıyordu? İki dakika arayıp, “güzelim, yoldayım, trafikte sıkıştım, az gecikeceğim.” diyebilirdi. Ama demiyordu işte.!

Kafasında kurduğu senaryoların hepsinde, Bahadır’ın onu arayacak bir fırsatı oluyordu. Demek ki, isteyen arardı. Bu bir oyun muydu? Bahadır’ın başına beklenmedik bir şey mi gelmişti? Hastanede miydi? Keşke haber verse, hastaneye koşar, onunla gerektiği gibi ilgilenebilir, onun için fedakarlık yapmaya hazır olduğunu gösterebilirdi. Arayıp, önemli bir işim çıktı deseydi, sorgusuz sualsiz inanmaya hazırdı. Onu yargılamak istemiyordu, umudunu sürdürdü. İyimserlik onun en güzel meziyetlerinden biriydi. Bazen aptallığa varacak kadar iyimser, bazen zalim bir cellat kadar acımasızca eleştirel olabiliyordu. Aman neyse işte, konu ben değilim, diye düşündü.

Açlıktan midesi büzüşmüş, azar azar içtiği şaraptan başı dönmeye başlamış, saçı ve makyajı bozulmuş, sürdüğü parfümden bile midesi bulanmış, bu akşamla ilgili kurduğu hayaller suya düşmüş, üzgün, mutsuz, meraklı, kızgın, endişeli, kendine güvenini yitirmiş, bir koltuğa çökmüş halde uyuyakaldı.

Neredesin be adam..?

Devam edecek…

Önceki Bölüm 1. MELANKOLİ Okumak için tıklayın.

Sonraki Bölüm 3. KIZLAR GECESİ Okumak için tıklayın.

Fasulye Doktoru

İletişim için:

Yazar: fasulyedoktorum@gmail.com

Editör: editor@objedergi.com

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu