Fasulye DoktoruMizahSerbest YazılarYAŞAMYAZARLAR

İngilizce Anlayan Ama Konuşamayanlar Gizli Örgütü

Küçükken, rüyamda araba kullandığımı görürdüm. Bu hevese öyle bir takmıştım ki, bütün gece direksiyon sallar, vites atar, drift yapardım. Sabah okula gideceğim zaman fren-gaz yapmaktan baldırlarım ağrırdı. Aynı şeyi İngilizce’de yaşadım.

İlkokul bitip, yaz tatiline başladığımızda, yabancı dil dersleri var diye, bütün yaz kuzenimle birlikte halamın oğlundan İngilizce dersleri aldık, zevkine. Büyük bir hevesle başlayan yabancı dil maceram, dut yemiş bülbül kaderiyle birleşti. Ortaokula ilk başladığım gün bize kura çektirdiler. Yabancı dil için üç seçenek vardı; İngilizce, Almanca, Fransızca. Kaderin cilvesi bu ya, kurada Fransızca çektim. O anın şaşkınlığını unutamam, daha önce kimse bize kuradan bahsetmemişti. Fransızca sınıfına bir hafta zor dayandım. Cesaretimi toplayıp, Müdürün odasına gittim. Bütün yaz İngilizce dersi çalıştığımı, kurada Fransızca çektiğimi, beni İngilizce sınıfına almasını söyledim. Bana şöyle bir baktı, kapıyı gösterdi, ‘door’ dedim. Pencere-window, masa-table, ‘how areu?-i’m fine…Tamam dedi, beni İngilizce sınıfına yolladı. Ohh emekler çöpe gitmedi.

Aradan yıllar geçti. O yılları çeşitli İngilizce kurslarıyla bezedim. Üniversite bittikten sonra bile, hala kurslara gidiyordum. Bu meret lanetli gibi, azıcık ara verince unutulan, aniden konuşmak zorunda kaldığında vücudunu ter bastıran, biri sorduğunda anlıyorum ama konuşamıyorum dedirten, özgüvenimi kemiren bir meseleye dönüştü. Yahu şunun hipnozla bilinçaltıma yerleştirecek yok mu bir babayiğit psikolog?

İngilizce ne kadar biliyorsun?

Biraz Biliyorum. Biraz İngilizce bilmek ne demek yahu. Biz ona Tarzanca diyoruz. Neden tarzanca? Çünkü anlıyorsun ama konuşamıyorsun. Konuşmaya çalıştığında, kelimeler boğazında birikiyor, orayı tıkıyor mu, artık ne yapıyorsa, aaaa ooo mmmm hh hh şeklinde garip sesler çıkararak aslında tarzanca konuşmuş oluyorsun.

Geçmişte çok rüyayı İngilizce dublajlı seyrettim. Fakat ne hikmetse bunu pratiğe dökemedim. Unutmadan, iki yıl İngilizce öğretmenliği yaptım, ardından bir yıl da özel ders verdim. Üç aylığına Amerikalı bir değişim öğrencisini evimde misafir ettim. Amerikalı arkadaşlarım da oldu, İncirlikten İstanbul’a beni ziyarete bile geldiler. Sayısız makaleyi Türkçeye çevirdim, bir de tez çevirerek bu işten para kazandım.

Bütün bunlara bakınca, benim şakır şakır konuşuyor olmam lazımdı. Gel gör ki, İngilizcem yine Tarzanca kıvamında, ağzımı açınca çıkan ses aaa oooo vv hh, şhit..! İngilizce anlayan ama konuşamayanlar diye parti kursam iktidar oluruz. Ben artık bu mevzuyu aşmak için kendi sözlüğümü oluşturdum. “Tenküü” diyorum, geçiyorum. Üniversitedeyken, İsrail’den misafir olarak gelen araştırmacı bir profesör vardı. Danışman hocam beni onun asistanı yapıverdi, çünkü İngilizce bilenler ama konuşamayanlar arasında, en iyi konuşamayan bendim. Laboratuvarda birlikte çalışıyoruz. Çok garip telaffuzu vardı. ‘Enazır’ neydi? Düşün düşün, terler boşalır, kafan karışır, kelime dağarcığını ara tara, yok. Bu kelimeyi çözemedim. Another demek istermiş meğer. Hay ben senin dillerine…

Yıllar içinde anladım ki, benim İngilizceye yeteneğim yok. Varsa bile kafamın içinde biri var, sürekli benim kuyumu kazıyor. Eğitim şeklimizi eleştirirdim, fakat öğrenen nasıl öğreniyor diyerek, milli eğitimimizin arkasını topluyorum. Bunca açılan yabancı dil kurslarının hepsi tırt. Kumda oynamak isteyen varsa, gitsin bir kamyon parayı kursa yatırsın. Grameri beynime mıh gibi çaktılar, ama bir türlü şu dilimi çözemediler. Boğulacaksan derede değil, denizde boğulacaksın. At bakim beni İngiltereye, Mrs. Smith’e küçük dilini yutturuyor muyum, yuttur muyor muyum?

Fasulye Doktorunuz sevgiyle selamlar…

İletişim için

Yazar: fasulyedoktorum@gmail.com

Editör: objedergi@gmail.com

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu