Katre TurcaSerbest YazılarYAŞAM
ZAMANSIZ İNATLAŞMALAR
İnsan, bir inatla hayatını kazanabilir de, inat yüzünden eşini dostunu rotasını kaybedebilir de. Zamansız inatlaşmalar hepimizin yaşamında var. Gururumuzu, ön yargımızı -Ne kadar Jane Austenvari- ehlileştirmediğimiz sürece sürünceme ve gerileme bizim tek layığımızdır.
Annemle inatlaşırım, eşimle dostumla inatlaşırım. Bilin bakalım elime ne geçer? : ilişkilerin yıpranması ve iletişimin gerilemesi. Oysa biz bazı şeyleri çözmek ve aşmak zorunda değil miyiz?
Yoksa sizin niyetiniz bu değil mi?
Cephanemiz -teşbihte hata olmaz- yani birikimimiz ne olursa olsun, uzlaşma ve çözüme yönelme yerine zıtlaşmaları sanki ilkokul çocuğu gibi ön plana çekince varabileceğiniz tek nokta: “Küstüm, boz” oyunudur.
Çocukken iyiydi o oyun.. İki dakika sonra bir lolipop şekerle ya da bir oyuncak bebekle barışırdık biz kızlar.
Merter’ le Kuzey Kalesi oynarken Kızılderili hep ben olurdum, ben küstüğümde ikna ederdi, ancak beyazlar ateş suyu içerdi ve kibirliydi.
Anlatabiliyor muyum?
Annem bir yemeğin nasıl yapılacağını kendince kotardığında aksini iddia etmek onunla inatlaşmaktır ve o yemeği öğ-re-ne-mez-si-niz!
Kardeşim kilometrelerce yol kat ederek çalışır, ailesine hasrettir. Personel seçme, yetiştirme ve dahi diğer mesleği ile ilgili konularda onu eleştirdiğinizde inatlaşma olarak ele alır.
O zaman ne kadar merak etsem de nerede, ne zaman, napıyor öğrenemem, aklım yollarda kalır.
Bu benim kişisel bir iki örneğim.
Eminim sizde de çok örnek vardır.
Bu örnekler hep, şimdi yıldızında olan Jean Jacques Rousseau gibi uzlete bilerek isteyerek çekilmeyle değil, çevremizdekiler tarafından yalnızlaştırılmayla sonuçlanır.
Aksini yaşamadım, eninde sonunda insanların size karşı içtenliklerini ve dobralıklarını yöneltmediklerine şahit oldum tam anlamıyla.
Rahatsız edici öyle değil mi?
Uzlaşma Kültürü, arabuluculukların azaldığı diplomaside dahi taraf tutulan bir dünyada neden unutulur ya da çiğnenir ki?
Birbirimize, rahmetli Neşet Ertaş’ın dediği gibi “Evvelim sen oldun, ahirim sensin” diyebileceğimiz insanları neden kendimizden uzaklaştırırız ve uzaklaştıralım ki?
Hangi kibir, gurur ya da önyargı.. hangi bencil istek ve üstün gelme duygusu bir insanın sevgisinden ve dostluğundan yeğ tutulabilir?
Lütfen kendi içinizde bu isteklerin ve duyguların çetelesini tutmayın ben yazarken. Şimdi bile kendinizi haklı çıkardığınız olayları anımsayarak gülümsüyorsunuz belki.
İnsan olmanın evrenselliği, belki de zeki uzaylıları ölmeden önce görebileceğimiz söylenen bir çağda daha da önem kazanıyor.
Evrensellik derken, evrende bir noktayız, minnacık. Bunu hatırlayın e mi?
Noktaların çatışması değil, bir zamanların şahane dergisi Milliyet Çocuk’ un sayfalarındaki gibi, çizgilerle, el birliğiyle güzel resimlere, biçemlere dönüştürülmesi lazım fikrimce.
Eski şarkıda söylendiği gibi;
“Haydi el ele, dalga dalga yürüyelim dostluğa”
Bizim bizden başka, bir insanın dostluğu ve şansımız varsa, aşkından başka ne haddimiz, ne hakkımız, ne mucizemiz olabilir ki?
Değil mi?
Katre