Hikayeler ve Hayatın Anlamı
Zamanın başlangıcından beri insanlar hikayelerle büyülendi…
Hikayeler, yeni bir şeyler öğrenmenin ve karşımızdakileri etkileyerek, görüşlerini değiştirmeye çalışmanın en kolay ve eğlenceli yoludur.
İster kişisel bir dönüşüm deneyimi paylaşıyor olun ister ürün veya hizmet satıyor ya da bir toplantı odası masasının etrafında bir takım yönetiyor olun, bir hikaye anlatıyorsunuz aslında.
Duygulara seslenen ve iyi anlatılan bir hikaye, inanılmaz derecede insanların kendileriyle bağ kurmasına, böylece hayat görüşlerini biçimlendirmesine ve sizin hikayenizi kendi hikayesinin bir parçası yapmasına yardımcı olur.
Gerçekten yaşanarak anlatılmayan ve duygulara seslenmeden anlatılan yalın bir hikaye ise karşınızdaki insanlardan, “bana hikaye anlatma” cevabini alır.
Yani hikaye anlatmak bir çalışma, uğraş ve emek ister.
Bizler, hikayelerin hep çocuklar için olduğunu düşünürüz, ama aslında hikayelerle büyüyen insanlar olarak, onların bizim karakterimize, dünya görüşümüze ve yaşantımıza olan derin etkilerini göremeyiz.
Hepimiz hayat yolculuğumuzda bazı şeyleri algılamak, anlam kazandırmak için önce kendimize sonra da karşımızdakilere hikayeler anlatırız. Bu yüzden, yeni biriyle tanıştığımızda “senin hikayen nedir?”, diye sorarız ve her hikayenin sonunda, bizi bir şeyler yapmaya yönlendiren bir eylem çağrısı vardır; bunu da “Moral of the story” yani “hikayeden çıkarılacak ders” olarak açıklarız.
Konuyu fazla uzatmadan, değişik şekillerde duymuş olabileceğiniz, hayatin anlamı üzerine güzel bir hikayeyi sizlerle paylaşmak isterim.
Bir zamanlar, küçük bir köyün başında bilge bir adam yaşıyordu. Herkes ona saygı duyar, görüş ve fikirlerine değer verir, tavsiye almak için ona başvururdu.
Kendisinin tam tersi olarak, oğlu ise çok tembeldi. Vaktini uyuyarak ve arkadaşlarıyla gereksiz şeylerle harcayarak, boşa geçirirdi. Babasının telkinleri, tavsiyeleri, hatta tehditleri hiçbir ise yaramadı.
Yıllar geçip, bilge adam yaşlandıkça oğlunun geleceği hakkında endişelenmeye başladı. Ona ve ailesine bakabilmesi için oğluna bir şey vermesi gereğini fark etti.
Bir gün, oğlunu odasına çağırdı ve dedi ki, “Oğlum, artık çocuk değilsin. Sorumluluk almayı ve hayatı anlamayı öğrenmelisin.”
“Hayatının gerçek amacını bulmanı istiyorum. İnanıyorum ki; onu bulduğunda mutluluk ve sevinç dolu bir hayat süreceksin.”
Sonra oğluna bir çanta uzattı. Oğul çantayı açtığında, her mevsim için bir tane olmak üzere, dört çift kıyafet gördüğüne şaşırdı. Ayrıca çiğ yiyecekler, tahıllar, mercimek, az para ve bir harita vardı.
Babası devam etti, “Sana dünyanın en büyük hazinelerinden birisinin saklandığı yerin haritasını çıkarttım. Daha iyi bir hayat sürebilmek için hemen yola çıkıp, bu hazineyi bulmalısın.”
Oğul bu fikri çok sevdi. Ne de olsa, uğraşmadan, hazır bir hazineyi bulup, hayatının geri kalanında yatabilirdi.
Ertesi gün, hazineyi bulmak için hevesle yola çıktı. Hazinenin yeri öyle yakın bir yer değildi, ona ulaşabilmek için sınırlar, ormanlar, yaylalar ve dağlardan geçen zorlu bir yolculuğa çıkması gerekiyordu.
Günler haftalara, haftalar aylara dönüştü. Yol boyunca birçok insanla tanıştı. Bazıları, kendisine yiyecek ve bazıları da barınak sundu. Ayrıca onu soymaya çalışan soyguncularla karşılaştı.
Yavaş yavaş mevsimler, karşılaştığı koşullar ve manzaralar da değişti. Hava tatsız olduğunda gün boyunca durdu ve hava temizlendiğinde yolculuğuna devam etti.
Uzun geçen bir yıl sonunda hedefine ulaştı. Burası bir uçurumdu. Harita, hazinenin uçurumun kenarındaki bir ağacın altına yerleştirildiğini gösteriyordu. Ağacı gördükten sonra toprağı kazmaya başladı. Bulunduğu yerin altını, üstünü, etrafını aradı, ama hiçbir şey bulamadı. Hazineyi aramak ve kazmak için iki gün geçirdi.
Üçüncü gün, o kadar bitkindi ki vazgeçip, ayrılmaya karar verdi. Babasının yalanı, onu hayal kırıklığına uğratmıştı, yapacak bir şey olmadığına kanaat getirip, eve dönmeye karar verdi.
Dönüş yolunda, aynı gelişindeki gibi, değişen mevsimleri, etrafında farklılaşan manzaraları gördü. Ama bu kez, baharda açan çiçeklerin ve muson yağmurlarında dans eden kuşların tadını çıkarmaya başladı. Doğada daha çok vakit geçirdi, sadece gün batımını izlemek ya da keyifli yaz akşamlarının tadını çıkarmak için duraklamaya çalıştı.
O zamana kadar taşıdığı malzeme bittiğinden, yemek için avlanmayı ve elindekileri idareli kullanmayı öğrendi. Ayrıca, kıyafetlerini nasıl dikeceğini, vahşi hayvan ve hırsızlardan kendisini nasıl koruyacağını ve saklanacağını da öğrendi.
Artık, günün saatini güneşin konumuna göre belirleyebiliyor ve yolculuğunu buna göre planlıyordu.
Geliş yolunda kendisine yardım eden aynı insanlarla karşılaştı. Bu kez, onlarla birkaç gün kaldı ve onlara olan borcunu ve minnettarlığını, onlar için çalışıp, yardım ederek ödemeye çalıştı. Karşılığında onlara hiçbir şey sunmayan, sıradan bir yolcuya evlerini açıp, yemeklerini paylaştıkları için teşekkür etti.
Eve vardığında, evden ayrılmasının üzerinden iki yıl geçtiğini fark etti. Doğruca babasının odasına girdi. “Baba”, dedi.
Baba hemen ayağa fırladı ve oğluna sarıldı, “Yolculuğun nasıldı oğlum, hazineyi buldun mu?” diye sordu.
“Yolculuk büyüleyiciydi baba, ama affet beni çünkü hazineyi bulamadım. Belki, ben ulaşmadan önce biri aldı” dedi.
Kendi söylediklerine kendini de şaşırmıştı. Babasına kızgın değildi. Bunun yerine hazineyi bulamadığı için af diliyordu.
Babası gülümseyerek, “Evlat zaten orada hiçbir hazine yoktu” diye yanıtladı.
“Ama o zaman, neden beni bulmam için gönderdin?” diye sordu.
“Nedenini söyleyeceğim, ama önce bana söyle, oraya yolculuğun nasıldı? Eğlendin mi?”
“Giderken eğlenmeye hiç zamanım yoktu. Benden önce başkasının hazineyi bulacağından endişeliydim. Bir an önce uçuruma ulaşmak için acelem vardı.”
Devam etti, “Ama eve dönerken yolculuğun tadını çıkardım. Her gün, birçok arkadaş edindim ve mucizelere tanık oldum. Çok farklı beceriler ve hayatta kalma sanatı öğrendim. O kadar çok şey öğrendim ki, hazineyi bulamamanın acısını unuttum” diye yanıtladı.
Baba ona, “Aynen oğlum. Hayatının bir amacı olmalı, ama sadece hedefe odaklanarak, hayati yasamaya devam edersen yaşamın gerçek hazinelerini kaçırırsın. Gerçek şu ki, yaşam bir hedef tahtası değildir. Hayatın her gününü dolu dolu yaşayıp, onunla her gün gelişip, büyümek dışında yaşamın hiçbir amacı yok.”
Bu hikayenin özü ya da çıkarılacak ders:
Hayatımızı herhangi bir anlam veya daha büyük bir amaçla ilişkilendirmeye çalışmadan yola çıktığımızda, yaşamın her anında önümüzde duran ve çoğu insanın fark etmediği gerçek sevinç hazinelerini bulabiliriz.
Sahi, sizin hikayeniz nedir?
Hikayelerden keyif almak, iş ve özel hayatımızda kendimizi daha iyi ifade edebilmek için hepimizin hikayelere, özellikle de kendi hikayelerimize ihtiyacı var.
Etkili şekilde hikaye anlatma tekniklerini öğrenmek ve kullanmak için beni takip edin.
Hikayeniz bol olsun…
Harun Dağlı
Düzgün Konuşma ve Hikaye Anlatımı Eğitmeni
Yazar: contact@speak2impress.com
Editör: editor@objedergi.com
Yazarın Web Sitesi: www.speak2impress.com